Yukarıda başlıktaki sözlerin sahibi Prof. Dr. Ahmet Aydın, 7 den 70 ‘e Taş Devri Diyetini yazarak hastalıklara karşı korunma kalkanı sağlarken; gerekli durumlarda da gerçek tedavinin nasıl olması gerektiğini gözler önüne sermiştir. Tıp sektörünü kimlerin yönettiğini çok iyi gözlemlediğinden “Sağlığımız doktorların eline bırakılamayacak kadar kıymetlidir” diyerek halkını ve tıp rantiyesine teslim olmayan hekimlerimizi uyarmıştır. Sağlıkla ilgilenen profesyonel bir kişilik değilim. Ağır bir sağlık sorunum olmamakla birlikte yaşam kalitemi etkileyen hastalıklardan dolayı birçok doktora gittim. Çözüm bulamayınca artık nedenlerini sorgulamaya başladım. Biz hastalara tedavi amaçlı verilen hizmetlerin sağlığımızı tekrar geri almamız üzere planlanan girişimler olmadığını yapılanın ise hastalıkların (semptomlarını) belirtilerini ortadan kaldırmak kısacası deyim yerindeyse hastalıkları halının altını süpürmek olduğunu anlamış oldum. Sürekli araştırıyordum. Ta ki fonksiyonel tıpı tanıyasıya kadar hastanelerden sağlıklı bir şekilde çıkamadım. Fonksiyonel tıpın (bütüncül) insan organizmasına bir bütün içinde bakabilen tek tek organlarla uğraşmak yerine bütünü göz ardı etmeden hastalığın altta yatan nedenlerini bulup ,çözüm üreten bir tıp anlayışı olduğunu öğrendim. Hastanelerdeki tedavi ise kardiyoloji , nöroloji ,endokrin ,üroloji ,göz gibi dallara ayrıştırılarak hastalığın nedeni olarak yalnız bir organ sorumlu tutuluyor hastalık ilaçlarla baskılanıp geçici rahatlama sağlanırken vücudun bütünlüğünü bozup hastayı çözümsüzlük sarmalıyla karşı karşıya bırakıyorlar .Hipokrat’ın dediği gibi yediğiniz ilacınız ,ilacınız yediğiniz olsun anlayışından yola çıkan fonksiyonel tıp hastaya en az 2 saat ayırmaları gerektiğini ki bu zamanında yetersiz olduğunu, size uzunca bir süre neler yersek hastalanırız neler yemezsek hastalanmayız ve nasıl yaşamamız gerektiğini tedavinin asıl unsurunun hasta olduğunu altını çizerek anlatırken bize doktorların doktorluktan ziyade yol gösterici olduklarını, Japonya da doktorun öğretmen anlamına geldiğini açıklarlar .Hatta tedaviniz gerçekleştiğinde doktorum beni tedavi etti ifadesinin kullanılmasının doğru olmadığını ancak hastanın kendisini tedavi edebileceğini kabullenirler fonksiyonel tıp uzmanları. Akademiyi başarı ile bitirseler bile kendilerini tedavi edemezlerse belge alamazlar. Bu tıp anlayışı çok yeni 5 yıllık bir geçmişi var. Bilim adamları genom projesiyle uğraşırlarken yolları mikrobiyom projesiyle kesişiyor ve mikrobiyata denilen bağırsaklarda 2 KG ağırlığında yeni bir organ tespit ediyorlar. Böylece bağışıklık sisteminin % 70 nin mikrobiyata olduğunu bütün kronik hastalıkların(diyabet ,hipertansiyon, obezite , tiroid, alerji ottoimmün (bağışıklık )otistizim, dikkat eksikliği hiperaktivite, diskleksi, şizofreni ,alzheimer, parkinson) nedenleri olduğunu anlıyorlar. Bu organda 100 tirliyon ve 1000 yakın çeşitlilikte bakteri ve bir kısımda mantarlar yaşıyor. %10’u zararlı patojenlerden oluşurken %90’ı bize dost bakterilerdir . Fakat biz bu oranı koruyamayıp tersine çevirdik mi hep hasta gezeriz .Besinlerin emilimini sağlar. Vitamin ve mineralleri ayrıştırır hastalıklara karşı korunaklı hale getirirler. Doğru beslenmezsek zararlı bakteriler ön plana geçerek bağırsak geçirgenliğine neden olurlar. Bağırsaklar, duvarı bir sıkı örülmüş bir tül yapısındayken zararlı bakteriler vasıtası ile elek gibi olur geçirgen özellik kazanır. Besinler hiç bir işleme tabi olmadan o gözeneklerden rahatlıkla geçer kana karışır ve zararlı bakterilerin ürettikleri toksinlerle birlikte dolaşımda olurlar. Bunun üzerine bağışıklık sistemi katil(fagosit)hücreler toksinler ve zararlı patojenler peşinde koşarken vücudun kendi dokularına saldırarak (ottoimmün)bağışıklık sistemi hastalıkları olan kronik hastalıklara kapı aralarlar. Bizim ise mikrobiyatadaki oranı korumamız için karbonhidratdan, rafine şekerden fakir beslenmekle birlikte fermente besinler (probiyotik yoğurt ev yapımı, probiyotik lahana turşusu , probiyotik boza , probiyotik tarhana, probiyotik şalğam ,kefir, ekşi maya ile siyez unundan yapılmış ekmek, probiyotik şirden mayalı peynir)tüketmeliyiz.1945 de ABD de Dr. Norman Ernest Barlaug buğdayın genetiği ile oynayıp rüşeym ve kepeğini ortadan kaldırınca yalnızca nişasta kısmı ve glüten kalıyor. Glüten sindirimi çok zor bir protein olduğundan bağırsağıngeçirgenliğine sebep oluyor .Bize piyasada sunulan her ekmek genetiği ile oynanmış buğday unu ,çavdar unu, arpa unu ile yapılıyor. Kepekli, tam buğday bir kandırmaca ya ekmek tüketilmeyecek ya da Kastamonu da üretilen siyez unundan temin edip (piyasada yaygın olmamakla birlikte var )ekşi maya ile kendimiz yapacağız. Sütü fermente etmeden tüketmemeliyiz . Hiç bir canlı varlık insan hariç anne sütünden başka süt ile beslenmiyor. Piyasada satılan ve yerel küçük üreticilerde de bulunan 1960 yıllarda Hollanda’dan ithal edilen holstein cinsi genetiği ile oynanmış sığır cinsi A1 diye sınıflandırılan sütler büyük moleküllü olup sindirimi zor bağırsak geçirgenliğine neden olan (beta kazomorfin) kazein proteini içermekte otistizmin suçlusu olarak kabul edilmektedir. Anne sütüne en yakın keçi sütü küçük moleküllü ve sindirimi kolay olup fermente edilerek beslenilmeli. Beslenmemizi yapabildiğimiz kadar her gıdayı fermente etmeli bununla birlikte prebiyotik(lifli gıdalar) ki bunlar soğan, sarımsak, pırasa, bezelye, bamya, enginar, kuşkonmaz, hindiba, fasulye, nohut, mercimek yer elması, muz, böğürtlen, ananas , keten tohumu, fındık, badem, ceviz gibi besinleri tüketmemiz gerekiyor. Çünkü dost bakteriler bahsettiğim lifli gıdalarla beslenip kolonize olup bağırsak duvarını sıkıca örerek patojenlere, toksinlere bariyer oluyor. Dost bakterilerin bize sayısız faydaları olup beyinle haberleşiyor bağışıklığımızı ayakta tutuyor. B12 ve K vitaminlerine katkı sağlıyor. Bilimin bize önerdiği gibi beslenir ve yaşarsak bilim adamları insan oğlunun 120 yaşını bastonsuz görebileceğini söylüyorlar. İnsan bütün hataları kendi yapacak kadar uzun yaşamadığı sözünden yola çıkarak öğrendiklerimi halkımızın yararlanacağını düşünerek bu bilgileri kaleme aldım. Sağlıklı günler dilerim
En Meşhur Sözleri:
*Kullanılan genişler, kullanılmayan kaybolur.
*Aldığın besin ilacın, aldığın ilaç da besinin olsun.
*Yediklerimiz ilaçlarımızdır.
*Yürüyüş insanın en iyi ilacıdır.
*İnsan bilmelidir ki; neşe, hoşnutluk, gülme, acı, üzüntü, karamsarlık ve matem yalnızca beyinden gelir.Bununla özel bir tarzda sezip bilgiyi elde eder, görür ve işitiriz. Aynı organla deli ve çılgın olunur, korkular ve dehşet bazen gece bazen gündüz bizi etkisine alır.
*Önce hastana zarar verme !
*Diyetle iyi edebileceğiniz hallerde ilaç tavsiye etmeyin!
*Bir hastalığın en iyi çaresi, o hastalığa yakalanmamanın yolları öğrenmektir.
*Kuzey rüzgarları öksürük, boğaz ağrısı, kabızlık, idrar kesikliği meydana getirir.
Hüsamettin Narlıca
Yorumlar