Vücudumda garip şeyler olmaya başladı: karın ağrısı, mide bulantısı ve vücut ısımda artış. Evde tenime dokunan “kız bu ne sıcaklık, ateşin mi var yoksa” diyordu. Ateşim yoktu aslında, ama sıcaktım. Ayaklarımın altından ateş fışkırıyordu adeta. Ah o karın ağrısı… Hâlsizlik vurdu sonra. Yattığım yerden kalkamayacak kadar yorgun ve uykulu bir hale geldim. Hepsi katmerlendi ve rahatsız edici bir şekilde ev ahalisinin, özellikle annemin dikkatini çekmeye başladı. Artık “acaba?” sorusu da içimi kemirmeye başlamıştı. Ama bir yandan da adet öncesi sendromlarıdır diyordum.
Erkek arkadaşımla sürekli konuşuyor ve “ya hamileysem?” senaryosunun gerçek olamayacağına kendimizi, en çok da beni inandırmaya çalışıyorduk. Internette erken dönem hamilelik belirtileri üzerine okuduklarım ve bedenimde olan değişiklikler beni hamile olduğuma yeterince ikna etmişti aslında. Bir yandan da Türkiye’de son yıllardaki kürtaj uygulamaları hakkındaki haberlere ve tartışmalara bakıyordum. 2016 yılında kadın örgütleri tarafından yapılan ve 12 ili kapsayan bir araştırmaya göre, Türkiye’de sadece Ankara, İstanbul ve İzmir’deki toplam 9 hastanede yasaya uygun isteğe bağlı kürtaj yapılıyor. Bu hastanelerde isteğe bağlı kürtaj hizmetinden faydalanmak isteyen “bekar” kadınlara karşı nasıl bir tutum sergilendiği ise bilinmiyor. Tüm bu baskıcı politik tablo üzerimde tarifi zor etkiler yarattı, endişeler silsilesi sardı bedenimi.
Eczaneden aldığım gebelik testinde beyaz plastik üzerinde kırmızımsı iki çizgi belirmesi birkaç saniye aldı sadece. Bu zamana kadarki her şüphede hep tek çizgi olan yerde şimdi iki kırmızımsı çizgi vardı. Hamileydim! Günlerdir sanki bir şey karnımın içini oyuyormuş gibi hissettiren o anlamsız korkunç karın ağrısı mânâ kazandı. Dondum kaldım. O an neyi nasıl yaptığımı hatırlamıyorum bile. Titreyen ellerimle suç delillerini ortadan kaldırdım. Cinselliği evlilik kurumuna indirgemiş ailemin gebelik testi yaptığımı üstelik bir de sonucun pozitif çıktığını öğrenmesi bambaşka hikâyelere yol açardı.
Hayatımda oldukları için her gün evrene teşekkür ettiğim iki kadın arkadaşıma ve sevgilime tutundum. Hormonlar stresle birleşince mide bulantım tavan yaptı. Bu beden bana günlerdir derdini anlatmaya çalışmıştı ama ben dinlememiştim. O anki panikle hemen o gün, bulunduğum o sıkışık şehirdeki hastanelerden birinde kürtaj olmayı düşündüm. Aradığım özel hastaneden “anne veya bebeğin sağlığını tehdit eden bir durum olmadıkça hastanemizde kürtaj yapmıyoruz” cevabını aldım. Duyduklarım beni şaşırtmadı ama sinirlendirdi. Bağzı hastane ve doktorların keyfi şekilde kadınların yasal hakkı olan kürtaja erişimini engellediğini biliyordum. Yıllardır gündemimizde olan bir konu bu. Ama olayın öznesi olmak başka bir şeymiş. Telefondaki sese “o bir bebek değil, ben de anne değilim ve kürtaj olmak istiyorum” diyebildim. O da “yasak hanımefendi!” dedi. Türkiye’de 10 haftaya kadar kürtajın yasal olduğunu anlatamadım kendisine. Daha da panikledim. Bayrama bir hafta kalan sürede kürtaj yapacak bir doktor bulabilcek miydim?
2 kadın arkadaşım ve sevgilimle birlikte kürtajı bulunduğum şehirde, ailemin yanında kalırken, tek başıma yapamayacağım kanaatine vardık. Ankara’da güvenilir bir doktor ve klinik arayışına girdik. Bu operasyonu yaptırdığım devlet kayıtlarına girmesin diye özel/devlet hastanelerini eledik. Randevu işlemlerini kadın arkadaşlarımdan biri ayarladı. Kürtaj için gerekli olan para ayarlandı. Sevgilimle Ankara’ya gitmek üzere otogarda buluştuğumuzda konuşmadan sımsıkı sarıldık. O da üzgündü elbet, gözlerinden anlaşılıyordu bu. Ama ben fiziki acı ve rahatsızlığımın yanında adım adım İslami muhafazakarlığa ve otoriterliğe bürünmüş AKP Türkiyesi’nde bekar ve hamile bir kadın olmanın baskısını ve kaygılarını yaşıyordum. Yol boyu uyudum. Sancım ve mide bulantım hiç geçmedi. Sabah saat onda randevumuz vardı. Doktorun muayenehanesine üçümüz (ben, sevgilim ve yıllardır beraber yürüdüğümüz, randevuyu ayarlayan kadın arkadaşım) gittik. Bekleme salonuna aldı sekreter bizi, doktor henüz gelmemişti. Gergindim. Midem bulanıyordu. Etrafımı inceliyordum. Sonra kapı çaldı, başka bir kadın hasta geldi. Sonra başkaları daha geldi ve bekleme salonu doldu.
Doktor gelince sekreter beni çağırdı, sekreterin peşi sıra üçümüz kalkıp koridorun sonundaki odaya girdik. Odaya girdiğimizde içerde beyaz önlüklü ayakta duran genç bir kadın, masanın arkasındaki sandalyede oturan beyaz önlüklü ellili yaşlarında başka bir kadın ve koltukta oturan yine ellili yaşlarında, birazdan anestezi uzmanı olduğunu öğreneceğim başka bir kadın vardı. Sedyeye yatıp karnımı kasıklarıma kadar açmamı söyledi doktor. Bir yandan da adımı soyadımı yaşımı ve telefon numaramı sordu. Sedyeye uzanırken kesik kesik cevap verdim doktora. Ben karnımı açmaya çalışırken, sekreter pantalonumu ve iç çamaşırımı çekiştirdi. Onlar için çok olağanlaşmış, sıradanlaşmış bir şey benim için bir ilkti ve korkuyordum. Pantolonumun ve çamaşırımın öyle tanımadığım bilmediğim biri tarafından iznim onayım olmadan çekiştirilmesinden rahatsız oldum. Doktor yanıma yaklaşırken, anestezi uzmanı konuşmaya başladı, “ben anestezi uzmanıyım. Açsın, yemek yemedin değil mi?” ve bunu takip eden birkaç soru daha sordu. Ultrasonla karnıma baktı doktor. Kafamı çevirip sağ tarafımda duran ekrana bakmak dahi geçmedi aklımdan. Doktor “tamam, kalkabilirsin bir hafta gecikti galiba adetin” dedi yerine otururken. O sırada ben de doğruldum, evet 5-6 gün gecikti derken gözüm ekrana takıldı. Ekranda duruyordu hâlâ içimdeki şeyin görüntüsü. Bezelyeden biraz büyükçeydi galiba. Ekrandaki görüntüyü görünce sarsıldım, “içimde bir can var” diye düşündüğüm için filan değil. Gerçek karşımda durduğu ve içimdeki “belki yaptığım gebelik testi hatalı sonuç vermiştir” umudunu yok ettiği için.
Bekleme salonuna geçtik. Sekreter daha önceden doğum yapmadığımdan vajina girişini rahatlatmak için doktorun talimatı üzerine bir tane dil altı hapı verdi. Hapı verdikten sonra, çok rahat bir tavırla “ücreti alayım” dedi ve ekledi: “ped tak çamaşırına”. Ödemeyi yapıp beklemeye koyulduk. Benim ardımdan muayene olan kadınlar da sanırım aynı işlemlerden geçtiler. Doktorun odasından çıkanlardan sekreter ücreti talep ediyor ve kadınlara çamaşırlarına ped takmalarını söylüyordu. Kimse verdiği parayı saymıyordu. Tam olarak hesaplanarak getirilmiş para destesi sekretere veriliyordu. Karşılığında fiş, fatura veya hasta gizliliği/güvenliğine dair bir belge ne talep ediliyor ne de veriliyordu. Adeta sessizce “bu aramızda kalsın” anlaşması yapıyorduk. O gün o salonda oturan kadınların neredeyse hepsi kürtaj olmak için ordaydı.
Yaklaşık bir saat sonra sekreter gelip yüksek sesle adımı söyleyerek beni çağırdı. İşlem yapılacak odaya doğru yürüdük, içeri yalnız girdim. Üstümdekileri çıkarıp, hemşirenin verdiği yeşil önlüğü giydim. Çatala yattım. Hemşire kollarımı ve bacaklarımı koltuğa bağladı. Birazdan anestezi uzmanı geldi. Anlayışlı ılımlı bir kadındı. Damar kanalını açarken bir yandan sakinleştirmek için benimle konuşuyordu. Gözlerimden süzülen yaşı görünce, aldırmak isteyip istemediğimi sordu. Tereddütsüz kesin bir ifadeyle “hayır, istiyorum ama korkuyorum” dedim. Anesteziyi verdikten birkaç saniye sonra yüzüm uyuşmaya başladı ve gerisi yok. Uyandığımda bir koltukta yatıyordum, yanı başımda arkadaşım ve sevgilim elimi tutmuş bana bakıyorlardı. Karnım ağrıyordu. İşlem ne kadar sürdü, kıyafetimi nasıl giydirdiler, o odaya nasıl getirildim, o koltuğa kim nasıl yatırdı hiç hatırlamıyorum. Bir müddet koltukta tam olarak ayılmamı bekledik. Sekreter ve doktor içeri girip gitme vaktimizin geldiğini ima ettiler: “Merak ettiğiniz her şey burda yazılı, başka bir şey olursa ararsınız. Bir de reçeten var, antibiyotiğe de yarın başlarsın, hadi bakalım artık kalk, geçmiş olsun!”
İşlemden sonra yaklaşık on gün boyunca garip bir duygusallık ve alınganlık hâli devam etti. Yatağıma yatıp, neye ne için ağladığımı bilmeden sessizce ağladım. Karın ağrım devam etti. İki gün sonra ailemin yanına döndüğümde annem morarmış gözaltlarıma, solmuş yüzüme bakıp “hastalandın mı sen” diye evham yaptı. Kaç kez “hayır hastalanmadım anne, kürtaj oldum ve canım yanıyor, sancım var” demek istediysem de yapmadım, sustum ya da yalan konuştum. Yalan konuştuğum için kendime hiç kızmadım, çünkü yalan konuşmuş olmamın asıl suçlusu ben değilim. Biz kadınlar, sırf patriarkanın normlarına uymuyor diye çektiğimiz acıları, yaralarımızı etrafımızdakilerden saklamak adına yalan konuşmak zorundaysak bunun suçlusu biz değiliz; bunun suçlusu iki yüzlü cinsiyetçi toplum! Oh be!
“Hamile miyim acaba?” korkusuyla 4 hafta ve hamile olduğumu bilerek yaklaşık üç gün geçirdim. Bu süreçte hormonların bedenime neler yaptığına, yapabileceğine tanık oldum. Meğer o filmlerde görüp klişe sandığım(ız) şeyler gerçekmiş. Birçoğumuzun toplumsal kurgu olarak gördüğü alınganlık, duygusallık hâlleri her zaman toplumsal bir kurgu olmak zorunda değilmiş. Her kadının bedeni ve hamileliği farklı olabilir tabi. Ama ben vücudumda kafasına göre hareketlere girişen hormonların etkisini yoğun şekilde yaşadım. Bedenimin ötesinde, çok daha vahimi, anti-feminist, kadın düşmanı, muhafazakar ideolojinin kurumsal etkilerinin ne kadar korkutucu boyutlara geldiğini gördüm. Türlü sebeplerle meydana gelen istenmeyen gebeliği 10 haftaya kadar sonlandırmak yasal iken, bu sağlık hizmetine ulaşamıyoruz. Kürtaj yapmayı kabul eden tek tük hastane var, ama birçoğumuz devlet kayıtlarına kürtaj olduğumuz geçmesin diye bu hastanelerden de kaçıyoruz. Belki o an için sosyal güvenliğimiz açısından görece güvenli görünen, kürtaj kayıtlarının tutulmadığı ve giderek merdiven altına dönüşen muayenelere doğru itiliyoruz. Adeta AKP’nin hayâlini kurup topluma kabul ettirmeye çalıştığı muhafazakar değerlere uymayanlara kesilen bir ceza gibiydi her şey.
Görsel: Milton Avery
Yorumlar