Sovyet-Rus Sinemasına Kuş Bakışı

Sovyet-Rus Sinemasına Kuş Bakışı

Kudüs’ten İran’a Ortadoğu’daki Gelişmeler
14 Ekimde Dostlar Sofrasında Buluşalım.
DAYANIŞMA KONSERİ

Merhaba arkadaşlar; Yaklaşık 3 asırı aşkın bir zamandır bu acunun yaşanmışlıklarının tanığı bir karakargayım ben. Biraz da bu yüzden bir kısım âdemoğlu/kızı bilge karga yakıştırmasını yaparlar bana. Dillerin bütün çeşitlerini derdimi anlatacak kadar bilirim. Sizinle yaşadığınız ülke insanının dilinden konuşacağım. Yakın zaman olaylarını her ne kadar  bulanık hatırlıyor olsam da geçmişte yaşananları bugün gibi hatırlarım. Sizinle şahit olduğum bu zamana dair ufak bir yolculuk yapacağım. Umarım bu yolculuk bundan sonraki yaşam yolculuğunuzda sizlere kaldırım taşı olur.

Sizin çok terennüm ettiğiniz bir cümle var; ölüme yakın hayat bir film şeridine dönüşerek gözlerin önünden akar gider, gözler çok şeye tanıklık eder. Ben de yaşamının son demine gelmiş bir karakarga olarak tam da bu duruma uygun bir canlıyım şimdi. Nelere şahit olmadım ki; yeryüzünü yaşanılır kılmak adına insanoğlunun birçok  güzelliğine tanık olduğum gibi bir sürü çirkinliğinin de üzülerek izleyicisi oldum. Savaşlar ve ölümler gördüm, ekonomik krizler, açlık ve yoksulluklar gördüm. İnanılmaz yaşam mücadelelerine hayranlıkla baktım. Siz âdemoğulu/kızlarının hayatı keşfetmek ve kolaylaştırmak adına gerçekleştirdiği birçok buluşa şaşkınlık ve hayranlıkla tanık oldum. Toparlayacak olursam; 1895’in başları idi; Lumiere kardeşler sinematografı keşfettiklerinde ilk deneme filmlerini çekerken bir ağacın dalından onları izledim. Henüz daha kuşbakışı plan ölçeğinin sinemada esamesi bile okunmazken o çekimleri kuşbakışı bir açıdan izledim. Sonuçta ben de bir kuştum değil mi?

Mayıs 1896’da bu iki kardeş St. Petersburg’da çektiği filmlerin gösterimini yaparlarken ben Petrograt semalarından meraklı insan kalabalığına bakıyordum. Daha sonraki yıllarda da birçok yabancı şirket Rusya’da şubeler açarak film gösterimleri düzenlediler. Sinemanın sanatla buluşmasında ve çok geniş insan kitlelerine ulaşarak ilgi görmesinde çok önemli buluş ve kuramlara imza atacak olan Rus sinemacılarının ortaya çıkacağını ilk müjdeleyen Vladimir Romashkov’un “Stenka Razin” filminin gösterimlerinde vardım. Bir edebiyat uyarlaması olan bu film ilk Rus filmi olarak giriyordu insanlığın sanat yaşamına.

Yapacağımız bu yolculukla ilgili birçok yere özlü göndermelerde bulunacak olsam da esas olarak Rus sinemasının belli bir tarihsel dönemine dair gördüklerimi ve yaşadıklarımı paylaşacağım sizlerle. Çünkü şimdilik bu ders için ortak noktamız sinema tarihi ve Rus Sineması da bu tarihin en önemli mihenk taşlarından biri…

Ülkelerin sinema tarihleri büyük ölçüde, yaşadıkları sosyal, ekonomik ve politik gelişmelerle paralellik arzederler. Savaş sonrası sinemaları biraz da bu nedenle bu coğrafyada yaşananların izlerini taşır. İtalyan Yeni Gerçekçi Sineması, Fransız Yeni Dalga Sineması ve Doğu Bloku sinemaları incelendiğinde bu kolaylıkla görülecektir. Biz asıl konumuz olan Sovyet Rusya Sinemasına dönecek olursak; devrim öncesi Rus Sineması’nda “Stenka Razin”den sonra tiyatrodan gelen Meyerhold’un yönettiği “Dorian Gray’in Portresi” ve 1917’de çekilen Yakov Protazanov’un yönettiği “Peder Sergius” filmi dikkatleri çekmişti. Hatta o dönem “Peder Sergius” filmi ile ilgili şahit olduğum ilginç bir anektotu sizlerle paylaşayım istiyorum. II. Nikolas’ın sarayında geçen olayları anlatan ve din adamlarına yönelik ciddi eleştirilere yer veren bu filmi yasakladılar. Bu film ancak devrimden sonra gösterim şansı bulabildi. Görüşlerini dinlediğim pek çok sinema tarihçisi bu filmi Sovyet Sineması’nın başlangıç noktası sayarlar.

Doğuşu benden bile genç olan sinemanın çıkış noktası itibariyle sanat olmaktan ziyade ticari amaçlı bir gösteri niteliği taşıdığı hepimizin malumudur. Diğer bir anlaşacağımız nokta ise bu denli genç olan sinemanın çok hızlı gelişerek neredeyse sinema formundan uzaklaştığıdır. Film pelikülü neredese yok olmak üzeredir. Dijital teknoloji, bilgisayar kurgu programları öyle bir noktaya doğru gidiyor ki, yakın bir süreçte tüm aşamaların bilgisayar başında tek bir insanın gerçekleştirebileceği teknolojik boyuta doğru hızla gitmekte. Bu da meselenin bir başka yönü. Sinemanın sanat olmasında Sovyet devrimi sonrası sinemacılarının belirleyici rolünü hiçbir sinema tarihçisinin reddettiğini duymadım. Bu nedenle bu ülke sinemasındaki tarihsel süreci sizlerle paylaşırken esas olarak beş önemli Sovyet yönetmeni çerçevesinde kalmaya özen göstereceğimi bilmenizi isterim. Tabi ki diğer yönetmenlere de yeri gelirse değineceğim.

Bir bakıma 1917 Ekim devriminden doğan Sovyet Sineması teorik ve uygulamalı çalışmalarını sinemada kurgu üzerine yoğunlaştıran Lev Kuleshov (1899-1944), sinemanın yaşamı olduğu gibi yakalması gerektiği yolunda görüşler dile getiren Dziga Vertov (1896-1954), kurmaca ve epik sinemanın temellerini atan S. M. Eisenstein (1898-1948), yine kurmaca sinemanın daha çok bireysel kahramanlara dönük hikâyelerini başarıyla anlatan V. Pudovkin (1893-1953) ve şiirsel sinemanın en yetkin isimlerinden Alexandre Dovçenko (1894-1956) Sovyet sinemasının öncüleri olarak sessiz sinema döneminin en yetkin örneklerine imza attılar. Aynı yönetmenler sesli sinema döneminde de bu başarılarını devam ettirdiler. Bu yönetmenlerin sinema anlayışları ve filmografilerine geçmeden önce değinmek istediğim özel bir film çalışması var. İkinci dünya savaşı yıllarıydı belki büyükleriniz anlatmıştır, zor yıllar. Sovyet toprakları da savaş nedeniyle Almanların işgali altındaydı. 1942 yılında savaş cephesi boyunca yerleştirilen 240 alıcı tarafından çekilen görüntülerin kurgulanmasıyla oluşturulan Don Vojny (Savaşın Bir Günü) bu dönemde yapılmış filmlerin en ilginç örneklerinden biridir.

Sovyet sineması Ekim Devrimi lideri V. İ. Lenin’in sinemaya özel bir önem atfetmesi sonucu bu alandaki eğitime hassasiyet gösterilerek 27 Ağustos 1919’da devlet sinema enstitüsü VGİK’in kurulmasıyla farklı bir boyuta taşınmıştır. VGİK’in kurulmasıyla sinemanın Sovyet Rusya’daki sanat yolculuğu başlamış oluyordu. Bu yolculuğun başlıca aktörleri de biraz önce sözünü ettiğim beş önemli sinema kuramcısı idi. Şimdi bu yaratıcı sinema adamlarından bahsedeceğim sizlere. Ama öncelikle bu konuda kendileri neler söylemiş bir dinleyelim;

“ Her sanatta her şeyden önce bir malzeme vardır ve sonra da bir geliştirme yöntemi. Film yönetmenin malzemesi nedir ve bu malzemenin düzenlenmesi için yöntemler nelerdir? Film malzemesi, görüntülü film parçaları. Bu malzemenin düzenlenmesinin yöntemi de bunların yaratıcı bir sıra içinde birleştirilmesidir.” O dönemler Kuleshov’a dair hatırladığım birkaç anektotu sizlerle paylaşmak isterim. Özellikle sinemanın bu ilk dönemlerinde kurgu denemeleri yaparak önemli katkılar sunan Kuleshov; bir çekimin aradından gelen diğer çekimin bu iki çekime anlam yönünden ne denli etkiler yarattığına dair çalışmalarında aktör Majukin’in yakın plan baş çekimini, dumanı tüten bir kâse çorba, oyun oynayan neşeli bir çocuk ve tabutun içinde yatan ölmüş bir kadınla ayrı ayrı birleştirdi. Aynı ifadesiz baş çekiminde Majukin’in ilkinde iştahlı, ikincisinde neşeli, üçüncüsündeyse kederli olarak algılandığını gösterdi. Buradan hareketle yaptığı denemelerden kaynaklanan “Bağlantısal Kurgu” adını verdiği bir kurgu kuramı geliştiren Kuleshov bu alanda bir çok yeniliğin öncüsü olan denemeler gerçekleştirdi. Biraz da belgesel sinemanın büyük ustası Dziga Vertov’a kulak verelim;

“ Ben bir gözüm. Mekanik bir göz. Ben, yani makine. Size benim görebildiğim dünyayı gösteriyorum. Kendimi bugün ve her zaman için insan hareketsizliğinden kurtarıyorum. Zaman ve uzamın sınırlarından kurtulmuş, evrenin her noktasını istediğim gibi düzenliyorum. Yolum, dünyanın yeni bir algılanışının yaratılmıştır. Bilmediğim dünyayı size yeni bir yolla açıklıyorum.” Ne güzel anlatıyor Vertov, sizce de öyle değil mi? Sinema bir bakıma  zamana ve mekâna hükmetme sanatıdır. Yüz yılları  bir dakikaya sığdırabilir, bir anda dünyanın öteki ucuna saniyede giderek mekân değiştirebilirsiniz.  Film parçacıklarını tuğlalara benzeten büyük ustayı dinlemeye devam edelim;

“ Bu tuğlalarla insan bir şömine, bir kale duvarı ya da başka şeyler yapabilir. Bir evin yapımında nasıl iyi tuğlalara ihtiyaç varsa, iyi filmlerin yapımında da insanın iyi görüntülenmiş film parçacıklarına ihtiyacı bulunmaktadır… Gerçek dünyanın ve aktüel nesnelerin araştırılması gerekir. Yapay bir elmayı perdede hakiki elmadan ayrıt edilemeyecek bir tarzda görüntülersek, bu marifet değil yeteneksizlik, görüntüdeki yetmezliktir… Ben, kağıt üzerine değil film üzerine yazı yazıyorum. Yazarların çoğu kahramanlarını gerçek yaşamdan almışlardır. Örneğin Anna Karenina Puşkin’in kız kardeşlerinden birisinin hayatıdır. Ben de romancı değil de sinemacı olarak Maria Denchenko’nun hayatını filme çekmeyi düşündüm. Aradaki fark şuydu; ben geçmişte olmuş bitmiş şeyleri film üzerine yazamazdım, ben olayları meydana geldikleri anda yani şimdiki zamanda yazabilirdim. Ve ben bazı muhabirlerin yaptığı gibi gösteriler ve karnavallar hakkında   günlerce sonra yazı yazamam. Herhangi bir yangın çıkmadan iki saat önce bir kameramanın orada olmasını talep edemeyeceğim gibi yangından bir hafta sonra görüntülemeye girişmesinede izin veremem.”

Size şunu hatırlatmakta yarar görüyorum, sevgili Ademoğulu/kızları. Bu düşünceleri ile Dziga Vertov çağdaş TV haberciliğinin ilk öncüsü  olan sinema adamlarının başında gelir.  Sessiz sinema dönemine altın çağını yaşatan bu yönetmenlerin belki de en önemlisi S.M. Eisenstein’e kulak verelim bir de;

“Gerçekcilik, gerçeğin bir yansımasıdır ve tarihin her döneminde değişkenlik gösterir. Gerçekçiliğimiz bütün geçmiş kültürleri bünyesinde toplamalıdır. Bu, sanat yaratmanın sistemidir. Yaratıcı bir iş yaparken, insanlığın çağlar boyu geçirdiği tüm deneylerden yararlanmalısınız.”

Gerçekçi bakış açısını temel alan Eisenstein; filmlerinde görüntüleri gerçekçi bakış acısıyla, sembolik kavramları kullanarak çekmiştir. Pudovkin’in aksine filmlerinden bireysel kahramanlarından ziyade değişkenlik gösteren birçok isimsiz kahramanı ön planda tutmuştur. Yönetmen  bu duruma ilişkin şunları söyler;

“ Yalnızca kentsoylu sinemanın sınıfsal niteliklerine karşı çıkmakla kalmayan aynı zamanda kendi yöntemleriyle bu sinemayı alt eden bir Sovyet Sineması” dır, ona göre olması gereken.  Sessiz sinema döneminin diğer güçlü ismi ise V. Pudovkin’dır. Bakalım o neler söylemiş sinemaya ilişkin;

“Filmin estetik temeli kurgudur. Kurgu, gerçek yaşantının olayları arasında mevcut olan bağların, mümkün olan bütün yöntemler uygulanarak, her yönünün ortaya çıkarılması  ve bunların filmde gösterilmesidir. Bu nedenle kurgu, yönetmenin kültür düzeyini belirtmekte ve onu hayatı sadece tanımaya değil, yorumlamaya da zorlamaktadır.”

Pudovkin’e göre kurgu izleyicinin psikolojik rehberliğini kontrol eden bir yöntemdi. Bu alanda beş ayrı kurgu tipini  teşhis eden Pudovkin bunları şöyle sınıfladı. Kontrast, koşutluk, simgecilik, eşzamanlılık ve yinelemeli motif. Pudovkin, biçimin kategorilerini keşfetti ve onları çözümledi. Kurguyu karmaşık bir olgu olarak gördü ama kurgunun amacının anlatımı değiştirmekten çok onu desteklemek olduğunu savundu. Eisenstein’in aksine konulara dışardan bakmak yerine içerden bakmayı ve en ince ayrıntıları gözlemlemeyi tercih etti. Film çevrilmez kurulur tezini geliştirerek ve bu düşüncelerini kitap haline getirip sinema kuramına eşsiz katkılar sundu.

Sessiz sinema döneminin bir diğer önemli ismi ise şiirsel ve lirik sinemanın en önde gelen yönetmeni Alexandre Dovçenko’dur.  Daha birçok önemli yönetmeni burada anmak gerekir belki ama bu kısmını meraklısının ilgi alanına bırakıyorum. Sadece Sovyet Sineması’nın sesli sinema dönemi yönetmenlerinden büyük usta A. Tarkovsky üzerine birkaç kelam etmekle yetineceğim. Çünkü bu söyleşinin amacı bütün bir Sovyet Rusya Sinema kuşağını ayrıntılarıyla irdelemek değil.  Asıl amaç sinema sanatı ile dostluk kurmak adına bir kapı aralamaktır. Kendini ifade etmek için sinema sanatını seçen Andrei Tarkovsky, Rus Sineması’nın tekrar canlanabileceğini kanıtlayan en belirgin örneklerden biridir. Kendine özgü bir dile sahip olan yönetmenin yapıtları Rus Halkı’ndan belki de daha fazla Avrupa’da ilgi gördü. Tarkovsky,  sembolik öğelerle kendine ait bir sinema dili yakalamıştır. İzlenmesi zor bir sinema diline sahip olan yönetmenin az sayıda, ama sinema adına çok önemli yapımlara imza attığı  tüm sinema tarihçileri tarafından kabul gören bir gerçektir. Aynı zamanda “Mühürlenmiş Zaman” isimli kitabı ile sinema anlayışını bizlerle paylaşmıştır.

Sevgili arkadaşlar, kara bir karganın gözünden tanığı olduğu Sovyet Rusya Sineması’na dair tarihsel ama  bir miktarda masalsı bir yolculuğa çıkarmak istedik sizleri.  Bu yolculuk boyunca döneme ve sinema sanatına katkıda bulunmuş önemli sinema insanlarından bahsettik. Tabi ki hepsinden değil, burada sözü geçmeyen sinema adamlarını araştırmak sizlere düşüyor. Bu sinemacılarla ilgili bilgiler verirken onlara ait örneklerden önemli saydığımız film parçalarını aktardık sizlere. Umuyorum ki yolculuğunuz boyunca sıkılmadan hoşça vakit geçirmişsinizdir.

 

LEVENT KAÇAR

 

 

 

 

 

 

 

Yorumlar

Wordpress: 0